Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi olan Doğançay Müzesi, kapılarını 2004’te halka açtı. Beyoğlu’nda, 150 yıllık beş katlı tarihi bir binada yer alan müzede Burhan Doğançay’ın eserlerinden küçük bir retrospektifle, babası Adil Doğançay’ın eserleri sergileniyor. Sanatçının müzede yer alan eserleri, onun erken dönem figüratif resimlerinden başlayıp, kent duvarlarından ilham alan işlerine ve fotoğraflarına uzanan elli yıllık sanatsal gelişimini kapsıyor.
Doğançay Müzesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve sponsor firmalarla iş birliği içinde 2005’ten bu yana temel eğitim okullarında jürili sanat yarışmaları düzenliyor ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşıyor. Her yıl 1500 okuldan, 8-14 yaşlarında ortalama 7 bin öğrenci bu etkinliğe katılıyor. Birinci gelenler 2006’da dört günlük Paris ve 2007’de bir haftalık Londra gezileriyle ödüllendirildi. Müze, eğitime sanat üzerinden destek vermeyi amaçlayan bu yarışmaları gelecekte de sürdürecek.
Adil Doğançay 1900’de İstanbul’da doğdu. Bir topografya subayı ve ünlü bir ressam olan Adil Doğançay ağırlıklı olarak tuval üzerine yağlıboya çalıştı. Empresyonist manzaralar, deniz resimleri ve natürmortlar yaptı. Resimlerinden çok azı tarihlidir ve müzede sergilenenlerin çoğu 1940 ile vefat ettiği 1990 yılları arasında yapılmıştır. Topograf olarak Anadolu’nun her yerini dolaşmış olması ona doğada uzun saatler geçirme olanağı vermişti. Doğayı “en büyük öğretmeni” olarak nitelendiren sanatçı, eserlerinin çoğunu açık havada üretti.
Burhan Doğançay ilk sanatsal eğitimini babasından ve ünlü ressam Arif Kaptan’dan aldı. 1950’lerin başlarında Paris Üniversitesi’nde hukuk ve iktisat okurken öğrencilik yıllarının önemli bir bölümünü Academie de la Grande Chaumiere’deki sanat eğitimine hasretti. Bu dönemde düzenli olarak resim yaptı ve Ankara, Sanatseverler Kulübü’nde babasıyla ortak sergiler açtı, çeşitli grup sergilerine katıldı. Onu 1962’de New York’a götüren kısa bir diplomatik hizmetten sonra, 1964’te kendini tamamen sanata hasretmeye ve bu kente yerleşmeye karar verdi. Doğançay Müzesi’nin açılmasıyla zamanını New York, İstanbul ve atölyesinin bulunduğu Turgutreis arasında paylaştırarak yaşamaya başladı. Burhan Doğançay esas olarak kent duvarlarına duyduğu hayranlıktan türeyen bir grup işiyle tanınır. Hemen hemen elli yıla uzanan bir dönemde yüzden fazla ülkeye yaptığı seyahatlerden ilham alan bu zihin meşguliyeti, sürekli olarak resimlere, grafik sanatlara, Aubusson duvar halılarına, heykellere ve fotoğraflara dönüştü. Kent duvarları tekrarlanan bir tema olmasına rağmen, bunların yorumlandıkları üsluplar çok çeşitlidir. Ağırlıklı olarak ‘kolaj’ ve biraz da ‘fümaj’ çalışan Doğançay çeşitli dizilerinde kapılara, renklere, graffiti çeşitlerine veya eserlerine dahil ettiği objelere göre duvarları yeniden üretir. Duvarlardan topladığı afiş ve objeler eserlerinin esas bileşenleridir. 70’ler ve 80’lerde kent duvarlarını yorumladığı, kendine has kurdele dizileriyle ün kazandı. Bunlar, kolajlı panolarının aksine, düzgün kâğıt şeritlerden ve bunların hat benzeri gölgelerinden oluşan dizilerdir. Üç boyutlu maketlerden oluşan bu diziler daha sonra, alüminyum dış cephe malzemeleri üzerindeki alüminyum kurdeleleriyle gölgeli heykellere dönüştü. Doğançay’ın kolaj ve fümajlardan oluşan koni dizisi kolayca tanımlanabilen bir başka tarzıdır.
Kent duvarlarının Doğançay için özel bir anlamı vardır: Bunlar zamanın akışının belgeleridirler, sosyal, siyasal ve ekonomik değişimi yansıtırlar, aynı zamanda doğa güçlerinin saldırılarına ve insanların bıraktıkları izlere tanıklık ederler. Doğançay’a göre, kent duvarlarını insan deneyiminin anıtları yapan ve kendi eserlerini zamanımızın bir arşivi haline getiren şey de budur.